29 Ekim 2009 Perşembe

BUNDAN İYİSİ ŞAM'DA KAYISI

     Reşat Nuri Güntekin'in Anadolu Notları kitabını okulda okutmaya devam ediyorum. Kitabın hemen başlarında "Bir Ticaret Kervanı" başlıklı bir kısım var. Orada iki köylünün bir eşek sırtına yükledikleri iki sepet kayısı ile Konya Ereğlisi'nden Adana'ya gitmeleri hayretle anlatılıyor. 


    Derste bu kısım anlatılırken öğrencilerden kayısının diğer meyvelere göre çok daha hassas olduğunu ve daha kolay ezilip çürüdüğünü söylediler. Dolayısıyla gündemime birkaç günlüğüne kayısı girmiş oldu. Bu sırada ya bir yerlerden duyduğum için ya da  kitap üzerine düşünürken kayısı ile ilgili kelime geçtiğinde kendi kendime "Bundan iyisi Şam'da kayısı"  atasözünü tekrar eder buldum. Bu atasözü tam olarak ne demek  diye düşünürken internete baktım; TDK'nın atasözleri ve deyimleri sözlüğünde geçmiyordu. Google'dan araştırırken şu bilgileri (http://www.40ikindi.com/birincidonem/mehmetharmanci/)  buldum: 


"Bundan iyisi Şam'da kayısı" sözünü buraya gelene dek anlayamamıştım. Çünkü mevsimine göre taze kayısı da kuru kayısı da bol miktarda bulunabiliyordu. Yani Şam'da kayısı bol bulunuyordu.

Oysa ben evvelden bu sözün, bir şeyin az bulunurluğunu anlatmak için kullanıldığını düşünürdüm. Anladım ki, "Şam kayısısı" en iyi cins kayısı imiş ve bol bulunurmuş. Yani az bulunurluktan öte mükemmelliğe işaret edermiş.."




27 Ekim 2009 Salı

SABAH YÜRÜYÜŞÜ

     Uzun süredir yapamadığım sabah yürüyüşleri için günün ilk ışıklarıyla harekete geçtim. Hemen yakınımızdaki Göztepe parkına gittim ve 2 tur atttım. Bir tur 1500 metre galiba, belki biraz daha fazla olabilir. Evden itibaren sayarsak toplamda 3-4 km yürümüşümdür. Bu yürüyüş oldukça iyi geldi bana. Ter atmak insanı müthiş rahatlatıyor. Az önce gittigidiyordan Reşat Nuri Güntekin'in Anadolu Notları kitabının 1937 Kanaat kitabevinde basılmış.

    Geçmişte nice kitabı eski diye veya önem vermediğimizi hatırladıkça hayıflanıyorum. Bu eski baskı kitabı alma sebebim yayınevlerinin yaptığı birtakım yazım yanlışları veya eski bir kelimeyi anlaşılsın diye başka bir kelimeyle değiştirmesi.

   Maalesef yayınevleri masraf olacağı veya bazı maddi kaygılar sebebiyle iyi editörlerle çalışmıyorlar. Bu da birçok hataların yapılmasını kaçınılmaz kılıyor.

    Sabahtan beri güneşi göremedik. Hava oldukça bulutlu ve biraz da rüzgarlı. Tam bir sonbahar havası.

21 Ekim 2009 Çarşamba

SAĞLIK VARLIKTAN YEĞDİR

      BAZEN ÖNEMSİZ GİBİ GÖZÜKEN SIRADAN HADİSELER, YILLAR SONRA İNSANIA İLGİNÇ GELEBİLİYOR, EN AZINDAN TEBESSÜM ETTİREBİLİRYOR. O  YÜZDEN BEN DE AŞAĞIDA ANLATACAĞIM KONUYU KAYDETMEYE DEĞER BLDUM.

     SALI GÜNÜ EŞİMİ ÖZEL BİR HASTENEDEN ARADILAR. BEN DE YANINDAYDIM. CHECK UP'TA (TAM VÜCUT TETKİKİNDE ) KAMPANALARI VARMIŞ. NORMALDE 800 TL DEĞERİNDE OLAN TETKİKLER 400 TL İMİŞ BU KAMPANYA BOYUNCA. ÜSTELİK BU  ÜCRET KREDİ KARTINA 10 AY TAKSİTLE ÖDENEBİLİYORMUŞ. BUNLARA İLAVETEN 2 DAHİLİYE 2 DE GÖĞÜS MUAYENESİ 1 YILA İÇİNDE OLMAK ŞARTIYLA BEDAVAYMIŞ.

EŞİME BİRAZ DÜŞÜNELİM DEDİM İLK ÖNCE... ÖĞRENDİM Kİ ZAMANLA DEĞİL SAYI İLE SINIRLI KAMPANYAYMIŞ. LİMİT DOLUNCA İSTESEK DE TAM VÜCUT TETKİKİ YAPTIRAMIYORMUŞUZ. İNSAN BİRDEN ACELE ETME İSTEĞİ, HIRSI DUYUYOR. SANKİ BEYİN KİLİTLENİYOR. NE OLACAK CANIM SAĞLIK BU DİYESİ GELİYOR İNSANIN. SAĞLIKTAN NE ÖNEMLİ VAR Kİ DİYORSUN. HEM BÖYLE GÜZEL KAMPANYAYI KAÇIRMAMAK LAZIM BAK LİMİT DE DOLARSA BİR DAHA BÖYLE BİR FIRSAT KARŞIMIZA ÇIKMAZ DİYESİ GELİYOR İNSANIN. HELE BİR DE ERTESİ GÜN BİR DAHA ARANINCA İNSAN HELE BU TÜR TELEFONLARA KOLAY KOLAY HAYIR DA DİYEMİYORSA ...

EŞİM DE BÖYLE YAPMIŞ TAMAM OLUR DÜŞÜNÜYORUM, DEMİŞ. EŞİMDEN KREDİ KARTI NUMARASI İSTEMİŞLER.

İŞTE O NOKTADA HOP DUR ORADA DEDİM KENDİ KENDİME. NE OLUYORUZ. KAÇAN NE YA DA KİM ? FIRSAT MI KAÇIYOR, BİZ Mİ KAÇIYORUZ YOKSA

YOKSA BİRİLERİ YANGINDAN MAL MI KAÇIRIYORLAR.

HEMEN UZMAN DOKTOR BİR ARKADAŞIMI ARADIM.

BANA ÇOK MANTIKLI BİLGİLER AKTARDI.

ÖNCELİKLE BÖYLE CAZİP KAMPANYALARI NİÇİN BİZİ ARAYIP DA HABER VERMİYORLAR. BİR DÜŞÜN DEDİ. BU KADAR CAZİPSE BİZ DE HASTALARIMIZA TAVSİYE EDERİZ AMA DEĞİL Mİ, DEDİ.


SONRA SENİ ARAYAN MEMORİAL, ACIBADEM, AMERİKAN VEYA ALMAN HASTANESİ DEĞİL DEDİ. BUNUN HARİCİNDEKİ ÖZEL HASTANELERİN YAPACAĞI TAM VÜCUT TETKİKLERİNE ÇOK GÜVENME DEDİ. BİR ŞEYİN VARSA YOK ÇIKABİLİR, VAR DERLERSE YOK OLABİLİR ASLINDA DEDİ.

BİR BAŞKA HUSUS, MESELA BİR SÜRÜ TETKİK YAPILACAĞI İÇİN BUNLARIN BAZILARI AÇ BAZILARI TOK KARNINA YAPILMASI GEREK. ONCA TETKİK ARASINDA GÖZDEN KAÇANLAR, İHMALLER OLACAKTIR. DOLAYISIYLA SONUÇLARDA ANORMALLİKLE OLABİLİR. BÖYLE OLUNCA DA SİZE ŞU KONUDA MUAYENE OLMANIZ TAVSİYE EDİLİYOR DENİLİP BİR DE EKSTRA MUAYENE VS. MASRAFLARI ÇIKARILABİLİR DEDİ.


ARKADAŞIMLA GÖRÜŞTÜKTEN SONRA DURUMU EŞİME AKTARDIM. O DA DURUMUANLADI. BİZ DE EŞİMİN TAMAM DEMESİNDEN SONRA BİR DAHA Kİ ARAMALARINDA BİZ DÜŞÜNMÜYORUZ DEDİK.

VELHASIL KELAM, ATALARIMIZ NE DEMİŞ :"AKSAK EŞEKLE YOLA ÇIKILMAZ."

BİR DE ŞUNU EKLEYEBİLİRİZ ARTIK:

YARIM DOKTOR CANDAN, YARIM TEŞEKKÜLLÜ HASTANE HEM PARADAN HEM ZAMANDAN HEM DE MORALDEN EDER DEMİŞLER. 

20 Ekim 2009 Salı

YAZAR NASIL OLUNUR?

Bu soru çok zor bir soru.

Şimdilik aklıma gelenleri çalakalem yazacağım. Zaman içinde tashih yaparım.

Gelelim sorumuzun cevabına;

Ben de bilmiyorum.

Ancak, her işte başarının anahtarı çalışmak olsa gerek.

Ben kendim yazar değilim. Başkalarına mı tavsiyelerde bulunacağım.

Yazar olmasam da yazar ve şairlerin arasında en az iki senem geçti.

Üstelik, Türk Dili ve Edebiyatı mezunuyum.

Az okuyor olabilirim. Ama düşünerek bilinçli okuyorum. Nokta atışı yapıyorum.

Bu sayfaya zaman geçtikçe tecrübelerimi ekleyeceğim. Bir yerlerden başlamak düşüncesiyle

tecrübelerimi yazmaya başlıyorum.


Yazar nasıl olunur?

1. Yazmak istediğimiz bir tür belirlenmeli öncelikle. (hikaye, deneme, gezi vb. )

2. O edebi türde beğendiğimiz bir yazarı hem çok iyi okumalı hem de onun bütün eserlerini bir deftere yazmalıyız. Önce taklit ile bence kolaylık sağlar. Beyni yavaş yavaş o sistemde düşünmeye yaklaştırır. "Körle yatan şaşı kalkar." atasözünü emsal alabiliriz. Olumsuz mana taşıyor ama gene de bir insanla çok beraber vakit geçirirseniz onun gibi hareket etmeye başlarsınız. İyi ile yatan da doğru kalkar.En doğrusu da "Üzüm üzüme baka baka kararır."

3. Bir günlüğümüz olmalı. Daha doğrusu yanımızda taşıyabileceğimiz bir defterimiz olursa daha iyi olur.

    Ben öğrencilerime geçen hafta birer defter aldırdım. Onlara ilk olarak Ömer Seyfettin'in 4 sayfalık "Uzun Ömer" başlıklı hikayesini yazdırdım.

   Şimdi 3 hafta üst üste salı günlerini alatan birer günlük yazdıracağım. Öğrencilerin en yoğun oldukları gün salı. Hemen hemen bütün sınıflar salı günleri sabahtan akşama kadar derse girip çıkıyorlar.

   3 haftanın sonunda bakalım ortaya ne çıkacak. Öncelikli fikrim düşünmeyi unutmuş olan öğrenci üçüncü haftada aynı şeyleri yazmaktan, yazacak pek bir şey bulamayacak.İkincisi bunca kişi arasında hemen hemen aynı şeyleri bir arada yaşayan öğrenciler aynı ortamda olup da birbirlerinin göremedikleri şeyleri fark edecekler. Çünkü her hafta bu defterlerden 3-4 tanesini seçip sınıfta okuyacağım. İBirbirlerinden haberleri olacak. Aaa ben bunu düşünmemiştim diyebilecek. İlk hafta seçtiğim 3-4 defteri okurken sadece yazım yanlışları ve anlatım bozuklukları varsa onların üzerinde duracağım. Kompozisyon bilgileri üzerinde durup şöyle bir giriş yapsaydın. Konudan konuya şöyle geçseydin, konuyu şöyle örneklendirseydin gibi izahlarda bulunamayacağım. Sonraki haftalarda öğrencilere biraz daha bilgi verip sene sonunda deftere bakacağız ne kadar gelişme göstermişler.

4. Geçen yıl "Büro Yönetimi ve Sekreterlik Bölümüne "Hızlı Yazma ve Okuma Teknikleri" diye bir dersi vermemi istediler. Daha okula adımımı yeni atmıştım. Ben ilk başta ne yapacağımı tam bilmiyordum. Bu dersin bana kazandırdığı tecrübelerden birisi şu: Öğrencilere A4 dosya kağıdına yazdırma, yazdırsan da onlara iade et. Bir dosya da biriktirsinler. Ancak en güzeli bir defter. Hem yazdıklarını bir arada tutuyor hem deen baştan en sona terakki varsa görebiliyorlar.


5. Ciddi bir şeyler yazmaya başladığımızda iyi bir editöre okutturmalıyız. Maalesef Türk Dili ve Edebiyatı mezunları münekkid bir bakış açıyla yetiştirilmiyor. Bir heyet eşliğinde editörlük yapmamış edebiyat mezunları bu konuda size yeterli olamaz.

6. Ben böyle yazarım. Benim sitilim bu deyip eleştiriye kendimizi kapatmamalıyız. İnsan  elinden çkmış hiçbir eser mükemmel değildir. Sürekli kendimizi eleştirmeliyiz.





not: Tashih yapmadan bu yazıları çalakalem yazıyorum. Zaman içinde ortaya kayda değer notlar çıkarsa bir kitap bile basılabilir bu konuda.

18 Ekim 2009 Pazar

ANNELİK SEVGİ VE ŞEFKAT DEMEKTİR

Ben annemden uzakta İstanbul'da yaşıyorum. Az önce anneme telefon açtım. Annem biraz üzüntülüydü. Biraz da çaresizlikten derdini benimle paylaştı.

Sıkıntılı olduğunu farkettiğim anneme: "Ne oldu anne?" dedim.

Annem dertliydi.

Bizim  bir eski tanıdığımızın yaptığı bir şey annemin canını sıkmıştı. Mesele şu:

Bizim yıllarca kiracımız olan ve hâlâ görüştüğümüz bir komşumuz var. Bu komşumuz 60lı yaşlarının sonlarına yaklaşmış kocasından 10-15 yıl önce ayrılmış bir kadın.

Bu kadının ismini vermek istemiyorum. Kocasının hayatı boyunca tam ve ciddi bir işi olmadı. Bir aralar bilardo salonu işletiyordu.

İki oğlu bir kızı var. Ancak oğullarından birisi yaklaşık 10 yıl önce kanserden tedavi görmek için gittiği ABD'nin Texas eyaletinin Houston şehrinde öldü. Ağzında bir yerlerde çıkmıştı kanser.

Diğer oğlu annesinden yaklaşık 50 km uzakta bir şehirde yaşıyor. Arasıra annesinin yanına geliyor. Büyük oğlundan bahsediyorum. Büyük oğlu 50 yaşına bu yıllarda merdiven dayamıştır. Hanımı, kayınvalidesiyle yıllardır görüşmez. Daha doğrusu küsler.

Kız ise ailenin en küçüğü. En zor durumda olanı. Küçükken havale geçirmiş. Aklı yerinde diyebilirim. Elleri ayakları tutmuyor. Elleri ayakları karnına doğru büzülmüş duruyor genelde. Her türlü ihtiyacıyla annesi ilgileniyor yıllardır.

Bu bahsettiğim kadın yani anne kendisine bir şey olursa ya da yaşlanınca kızını kaldırıp koparamazsam diye gençliğinde hep ev sahibi olmak isterdi. Büyük oğlunun da desteğiyle iki katlı müstakil bir ev olmayı yaklaşık 10 yıl önce Allah ona nasip eyledi.

Evin inşasında olmasa da galiba içinin döşenmesi ya da dekorasyonunda kanserden ölen oğlunun ölüm sigortasından gelen yaklaşık 10000 dolar gibi bir rakam da oldukça katkıda bulunmuştur.

Bu anne, evi de yaptırdıktan sonra kendi de biraz rahat edeyim diye bir bakıcı kadın tuttu kızına. Bu bakıcı kadın, bu bizim eski kiracımız olan kadına çok fazla dayanamamış. Çünkü eskiden böyle olmayan bu anne son zamanlarda temizlik ve tertip hastası olmuştu. Her şey temiz ve yerli yerinde olmalıymış. Yemeklerde onun istediği şekile olmalıymış. Herkes kendisine karıştırtmaz tabi ki.

Annemin dediğine göre küçük oğlu hasta olmadan önce, bu eski kiracımız konuşamayan yatalak kızına kızıdğında inşallah kansr olursun diye beddua edermiş.

Sonra masum o kız değil de başka bir masum kanser oldu. Küçük oğlu kanser oldu ve öldü az önce söylediğim gibi.


   Bugün annemim dertli olmasının sebebi ise kızına kızan annenin başını bir yandan bir yana belki çeviremeyecek kadar savunmasız olan annesinin ellerini tutmayı geçtim. Kendi yüzünü dahi saklayacak takati olmayan bu kızın annesi tarafından dövülmesi.

   Anneme dert yanarken kadın şunları söylemiş:

......... 'e  çok kızdım ve dödüm. Onu adeta paraladım.

Ey Anneler! Böyle yapmayın.

Allah sonumuzu hayr eylesin.


17 Ekim 2009 Cumartesi

Cuma günleri ve ses tellerim

Okulllar açık olduğu dönemlerde cuma günleri benim için oldukça yorucu oluyor. Perşembeler beni girdiğim 12 saat ile önce bir sallıyor, sonra da cumaları 10 saat ders ile yerden yere vururuyorlar.  Özellikle boğazlarım yırtınıyor. "Kurtarın bizi buradan!" diye çıkıp gitmek istiyorlar. Bazen gıcıklanarak öksürükle, bazen de kramplar girerek kasılarak yay gibi gerilen boğazımdan konuştuğum bir anda ok gibi fırlamak istiyorlar.

Şimdi cumartesi. Yani bir cuma ertesi. Saat 8.24. Yeni kahvaltı ettim. Çay içiyorum. Boğazlarım biraz sakinleşmeye başladı. Yoksa gece boyu beni boğazımdan kah sıktılar kah itelediler. Yorgunluktan uyanmasam da bana uykumda kabus gördürerek rahat bırakmadılar. Beni affedin ses tellerim.

* * * * * * * * *

Öğleyin, evden 5 dakikalığına dışarı çıkmıştım. Eve geri döndüğümde hem ablamla telefonda konuşuyor hem de  apartmanın giriş kapısını açmaya çalışıyordum. Bir de baktım ki yanlış anahtarları almışım. Kapıda kaldım.  Meryem'i aradım. Anahtarı almaya geliyorum diye.

Beş dakika sonra Meryem aradı:
- Sana kötü bir haberim var. Anahtarımı ben de bulamıyorum.

dedi.

Geçen yıl -zannedersem- Kurban'da yine kapıda kalmıştık. Üsteliko zaman kapı da kilitliydi. Çilingir 2 saatte ancak açabilmişti kapıyı. O zaman hemen bir yede anahtarı kayınvalideye vermiştik.

Yürüyerek kayınvalideye gittim. Anahtarı aldım. Yolda gelirken eve çok az kala Michelin lastiklerinin karşısındaki pastanenin önünden geçerken  5 yaşlarında br çocuk annesine:

-Ben burada bir şeyler yemek istiyorum, dedi.

Annesi:

- Eve gidince yersin, dedi.

Çocuk ama ben burada yemek istiyorum deyince

annesi evde de yemek var, dedi.

Çocuk:

Ama burası çok güzel kokuyor, dedi.





16 Ekim 2009 Cuma

görgülü kuşlar gördüğünü işler, görmedik kuşlar ne görsün ki ne işler?

      Dün derste öğrencilere "doğru ve düzgün konuşma" çalışmaları çerçevesinde kitaptan sesli okuma yaptırdım. Aman Allah'ım bazı öğrencilerin okuyuşuna çok şaşırdım.

      Öğrencinin birisi o kadar kötü okuyordu ki gözlerimi takip ettiğim metinden ayırarak okuyan kişiye bir daha bakma ihtiyacı hissettim.  O koca boy pos endamın içinde sanki bir ilkokul öğrencisi vardı. Metine gözlerimi tekrar çevirdikten sonra bir ikinci kez bakma ihtiyacı hissetmişim ki kendimi öğrenciye bakıyor buldum.

     Ders çıkışı öğrenci bir şekilde yanıma yaklaştığında ona kötü okuduğunu söyledim.
O da  -muhtemelen abartarak- "Hocam ben lisede hiç edebiyat dersi görmedim ki" dedi. Nasıl edebiyat dersi görmezsin"  diye sordum.

"Hocam ben Endüstri Meslek Lisesinde" okudum. Benim de içinde olduğum yaklaşık 15 kişilik grubu 'siz derse girmeyin' diyerek hep dışarı atardı." dedi.

Bu sözden sonra çocuğun  niye öyle okuduğunu anlamış oldum.

görgülü kuşlar gördüğünü işler, görmedik kuşlar ne görsün ki ne işler?

14 Ekim 2009 Çarşamba

KENDİ FOTOĞRAFLARIM


AYDER YAYLASI
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------




HİKAYE YARIŞMASINDAN
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





20-25 Aralık 2009

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



29 ARALIK SALI KAHRAMANMARAŞ KALESİ





KABLOLU TV'ye HAYIR

Anlatacaklarımı sadece okuyun. Sonra başınıza gelirse ah vah demeyin.

Sinek küçük ama mide bulandırır ya işte böyle bir şey başıma geldi. Ehh ne demişler: "bin nasihatten bir musibet yeğdir."

Bundan yaklaşık 3 yıl önce yeni aldığım LCD televizyonumda kaliteli yayın seyretmek amacıyla Kablulu TV almayı düşünmeye başlamıştım. Hem üstelik uydu alıcısı ve uydu için çekilecek kablolar da görüntü kirliliğine sebep olmayacaktı.

İnternetteki bazı formları da bu arada dolaşmıştım. Bunlardan birisinde Kablo TV'ye abone olmanın n ekadar kolay olduğunu ancak abonlik iptalinin ise hiç de o kadar kolay olmadığını söylüyordu. Kısacası abone olacaklara nasihatte bulunuyordu: "Abone oluyorsanız sonuna da şimdiden razı olun." Biz ne dedik. Bugün bugündür. Yarın ise çok uzaktır.

     Gel gör ki günler haftaları; haftalar ayları; aylar ise yılları bir kovaladı ki sormayın. 3 Yıl ne kadar da çabuk geçti.

   İlk önce internetten abonelik ile ilgili "HER TÜRLÜ" işlemin yapılabileceği ana merkezleri aradım. Bunlardan birisi de Erenköy Türk Telekom olarak gözüküyordu. Tabii orası da yaklaşık 1 yıldır bina sağlamlaştırma çalışmaları dolayısıyla Bağdat caddesine paralel ve çok yakın bir yere geçici olarak taşınmıştı. Evden yaklaşık 1-2 km uzakta olan bu yere arabayla  gittim. Amacım abonelik iptalini bir an önce halledip işime gücüme bakmak. Dediler mi ki "Bu işlemi Acıbademden halledebilirsiniz. Bana Türk Telekoma ait abone merkezlerininadres ve telefon bilgilerini gösteren "KUŞE KAĞIDA" basılı bir katalog verdiler. Katalogdaki adrese gittim. Baktım ki boş. Orası kapanmış ya da taşınmış.

    İStanbul gibi bir yerde bir mekanı araba ile aramak kadar sıkıcı bir iş yok. Gittiğim adresin katalogdaki numarasını acaba yakında bir yere taşınmışlar mıdır diye aradım. Telefon çaldı... çaldı..... hep çaldı. Cevap veren yok. Ben de merkezi aradım.

    Merkez: "Efendim! O yer taşındı. Siz, en iyisi Kozyatağına gidin demez mi?"

    Kablolu TV, Türk Telekomabağlı değil miydi yoksa?

    Değilse kime bağlı?

    Kozyatağına gittim. Orada görevli bir kişi vardı. Saat 12 filan olmuştu. Orada görevli bir bayan vardı sadece. Benden önce gelen bir müşteri ile ilgileniyordu. Galiba hem Kablulu TV hem de internete abone oluyordu. O kadar çok form doldurdular ki en az 20 dakika onları bekledim. Hatta adam sonlara doğru dedi ki benim işime yetişmem lazım. Siz formları doldursanız kimlik bilgilerime göre dedi.

Bayan ancak bu formların birer kopyası sizde olmazsa evinize gelen yetkililer Kablolu TV'nizi ve uydunuzu bağlamazlar, dedi.

Adam mecbur bir beş dakika daha bekledi.

Bu arada Allah'tan bana ne için beklediğimi sordu. Abonelik iptali deyince form verdi, doldurun dedi. Ben formumu doldurmuş hazır ve nazır bekliyordum. 

  Benim işlemim bitti bitecek derken. 21 TL civarında ödemem gereken para olduğunu söyledi. Bu ne parası dedim. Son iki ayın parası dedi. (Kablolu TV'de fatura iki ayda bir 14 TL olarak gelir. Ancak ben iki ayın bitmesine en az 10 gün daha vardı. Ama iki ayı tam olarak istiyorlardı anlaşılan.) Peki 14 TLsini anladım. Geriye kalan 7 TL ne dedim. O da biraz zorlanarak bulduğu bazı bilgileri yine ekrandan zorlanarak yani kendi de tam idrak edemediği halde "Bunlar da gecikme parası" dedi. Allah Allah benim faturam otomatik ödemedeydi ki dedim." Bilmiyorum. Geç ödenmiş  fatura varmış dedi.

İki ay kadar önce otomatik ödeme talimatını bir bankadan başka bir bankaya aktarmıştım. Belki o zaman mı problem oldu acaba diye bu 7TL lik gecikme parası talebini sineye çektim.

Ayrılmadan son olarak şunu sordum: "Artık her şey tamam. Başka yapılması gereken bir şey var mı?"

Yok, artık iptal buradan gerçekleşti. Eve gelecek gidecek yok dedi.

Aradan 10 -20 gün geçti. Bugün e-mailime 7 TL 45 KRŞ lik bir fatura daha geldi. Neymiş:

KTV hizmet bedeli      0.34               (Ekim 2009)
KTV hizmet bedeli      5.26               (Eylül-2009)
KDV                          1.01
ÖİV                           084
---------------------------------------------------------------------------
TOPLAM                     7.45



Kablolu TV yöneticilerine:

"UĞRULUĞA GİTSENİZ, İNSAFI ELDEN KOMAYINIZ."

diyorum başka bir şey demiyorum....

13 Ekim 2009 Salı

SENARYO

    Bugün eski iş yerimi ziyaret ettim. Arkadaşım televizyonlarda yeni başlayan bir dizinin senaryosuna katkıda bulunmaya başladığını bunun için de cüzi de olsa para alacağını söyledi.

     Arkadaşım tarih editörü. Kendisi bu dizide sık sık yer alaak olan tarihe atıf yapılması gereken yerlerde tarihî bir gerçeği bulup dizinin o kısmına ekleyecekmiş. Aynı zamanda da tarihî hadiselerin aktarılmasında eksiklik, çelişki ya da hata varsa düzeltme tekliflerinde bulunacakmış. Arkadaşın alacağı para -aramızda kalsın- bölüm başına 200 TL. Bu para hem çok hem az. Nasıl çok. Arkadaş aylığına katkı sağlayacak böyle bir işi ve parayı kolay kolay bulamazdı. Ayda 800Tl. Hiçbir editör ekstra işlerle bu kadar parayı kolay kazanamaz.
     Para bir yandan düşününce çok değil. Çünkü senarist bölüm başına 3-4 bin TL alıyormuş. Onun aldığı paraya göre de az. Tabiî orjinal fikir senaristin. Bu arada senaryo nasıl yazılır ya da metin neleri içerir, çok da iyi bilmezdim. Arkadaş bana şunu söyledi. Defterde sağ tarafta konuşmalar yazılıyken sol tarafta  oyuncular ve kamera nasıl nerde ve ne şekilde duracak onları yazıyormuş.
        Bu arada da Avrupa Yakası'nı yazan ve oynayanlardan birisi olan "Gülse Birsel" bölüm başına 100 bin TL kazanıyormuş.


3 Ekim 2009 Cumartesi

Gökten bak ne yağıyor...

Bazı anlar olur ki tam bir iki saniyeniz vardır espri yapmak için. Üçüncü saniye geçtir. Bu pratik zekalılığın bir göstergesidir. Bazen de hiç umulmadık anda yapılan bir espriye ya da sorulan soruya verilen karşılık "hazır cavap olmanın göstergesidir."  Hazır cevap deyince herkesin aklına ilk Nasreddin Hoca gelir herhalde. Bu anlattıklarım nereden çıktı şimdi derseniz, Perşembe günü Yalova'da ara bir sokakta yürürken hiç tanımadığım birine yaptığım esprinden aklıma geldi diyebilirim.

       Yalova'da hâlâ sokak ve cadde isimlerini tam öğrenemedim. Maalesef ezber problemim devam ediyor. Şu an için hem ismini bilip hem de gösterebileceim yegane yer "Fatih Caddesi". O caddenin denize aksi taraftaki 2 sokak paralelinde yürürken birden 2-3 metre önümde okul üniformalı bir çocuğa, paralelinde yürüdüğüm apartmanın ikinci katından bir kadın para cüzdanı (kesesi) atıldığını ve çocuğun onu tutmak için avuçlarını dua eder gibi yukarıya doğru açtığını gördüm.
      Geçen iki saniye içinde de çocukla olan aramdaki mesafe kapanmış; çocuk tutamadığı para cüzdanını yerden alırken onun tam yanında bitivermiştim. Çocuğa:

- Ben de mi ellerimi göğe açıp dua etsem, baksana gökten cüzdan yağıyor

diye espriyi yapıverdim. Çocuk doğruldu bana baktı ve espriden hoşlandığını belirten minik bir tebessümle dudaklarını biraz daha birbirine yaklaştırıp yana doğru yanaklarını hafif ileriye doğru çıkaracak şekilde dişlerini göstermeden gülümsedi. Çenesi ve boynu sanki bir şey  söylermiyim diye burnu ve alnından öne doğru çıktı. Ancak tık diye ses oldu. Esprime hazırdan veya fırından verilecek bir şey yoktu.

Oysa ki ben olsam o an şunu diyebilirdim en azından:

- Her dua edene gökten cüzdan yağmaz...