19 Ocak 2010 Salı

19.01.2010 Her yerde kar var.

Dışarıda kar yağıyor. Dün geceden beri yağmur yağıyordu. Sulu kara döndü. Şimdi sulu kar biraz daha beyaza döndü. Yerler değil ama gökyüzü biraz beyaza boyandı.

Evdeyim. Sabahtan beri ancak bir sayfa okuyabildim. Dışarıya çıkıp iş bankasına belgegönderle dilekçe göndermem lazım. Ziraat bankasından 300 YTL 'yi TL ye çevirmem gerekiyor.

Önümde Abdülhak Hamid Tarhan'ın "Bütün Şiirleri" kitabı. Ondan birazcık alıntı yapmak istiyorum.



Nağme -15


Dağda şahin bakışlı bir duhter
Gezer ahu gibi tevahhuş ile
O cibalin perisine benzer
Zihni işgal eder tahaddüş ile
Aşka vakıf değilse de layık
Hüsnü mevki gibi tabiidir
Şevk-i sevda dilinde mer'idir
Fıkra-yı aşk u şöhret-i âşık
Yâd olunsa fakat değil fârık 
Sanki gülbün-i rebiidir.
Zemherir öyle berg ü ber vermiş
Kış gününde kemale erdirmiş



tevahhuş : Yalnızlıktan korkma, ürkme
tahaddüş : Tırmalanma            
mer'i : Gözle görülen
zemherir : Karakış

berg : Yaprak
ber : Yaprak

gül-bün : Gülün bittiği yer, gül kökü
rebii : Bahara ait










































19.01.2010/ Yılmaz Türkler

Dünyanın değişik yerlerinde ne hayatlar başlıyor ve bitiyor. Geçen gün Haiti'de deprem olmuş. Ben yoğunluktan ancak akşam öğrenebildim. İki yüz bine yakın insanın öldüğü söyleniyor.

Oraya kaç kişi olduğunu bilmediğim Türk ekibi de kurtarma çalışmaları için gitmiş. Orada başka kurtarma ekiblerinin çekildiği ya da bu enkazın altında artık yaşayan olamaz denilen yerlerde 5 kişiyi kurtardılar.

İşte o kişiler yüzünden "Yılmaz Türkler" lakabı Haitililer tarafından bizlere yakıştırıldı.

Devlet-i Ali zamanında binlerce aile bulundukları yerden ta Viyana kapılarına kadar gidip oralara yerleştiler. Anadolu sınırlarını genişlettiler. Onlar da geldi geçti. Bizlerde geleceğiz geçeceğiz.

Hayatını 1-2 kilometre karelik alanda yaşayan insanlar için üzülüyorum. Hayatı boyunca tanıdıkları insan sayısı belki de birkaç elin parmağını geçmiyor. Hele de kendilerini "günlük köle" haline getiriyorlarsa vay onların haline. Hayatları hep ân'ın hazzı üzerine kuruluysa vah ki ne vah.

Ben küçük yaşlarımdan beri hep gözümde dünyayı hayal etmişim. Zihnimde canlandırdığım hayat içinde dünya o mavi küre hâliyle hep bir yerlerde flaş gibi anlık geliş gidişlerle hep yer almıştır.

Bu günlerde bu flaş daha sıklıkla çakıyor.

Az önce bahsettiğim dünyanın değişik yerlerinde yaşayan insanlar, yarım yamalak da olsa söz dizimi kurallarını hiçe sayan bir şekilde olsa da yazsalar, şu an benim yaptığım gibi. Keşke basit de olsa birer günlük yazsalar. İleride her birisi altın değerinde olacaktır.

Aslında bunu söyleyen benim de iyi kötü yurtdışı hatıralarım var. Bunları düzensiz de olsa yazsam.

Yazmak için oturduğumda bunların nedense hiçbiri aklıma gelmiyor. Ancak özellikle yolda giderken aklıma öyle beliğ cümleler üşüşüyor ki adeta bombardımana tutuluyorum. O zaman bir kâğıt kalem olsa bayağı iyi şeyler çıkar diye düşünüyorum.  


10 Ocak 2010 Pazar

ARKADAŞLARIM



 
ŞAİR YAŞAR BEÇENE 28 ARALIK 2009/ KAHRAMANMARAŞ

































9 Ocak 2010 Cumartesi

09.01.2010 / SEFER TASI


Reşat Nuri Güntekin'in Anadolu Notları kitabını bu yıl okulda okutuyoruz. Kitabı derste okuttuğumuz için haliyle tekrar tekrar okuyoruz. Her okuyuşumuzda yazıda daha önce göremediğimiz bir hususu görme veya yeni bir bakış açısıyla yazıya bakabilme imkânımız oluyor.

Bu kitabın bölümlerinden biri olan "ŞOFÖR"ün daha ilk cümlesi şöyle başlıyor. "Bizde bankacılık gibi şoförlük de on, on iki senelik yeni mesleklerden sayılır."

Günümüzde insanlara sorsanız "Daha 20 yıl öncesine kadar olmayıp da bugün var olan mslekler nelerdir?" diye soranız halkın %90-95'i buna cevap dahi veremeyecektir. Verenler de bir hayli düşündükten sonra cevap verebilecektir.

Genelde edebiyat sahasında kalem oynatanlar ve yazıları için "toplumun aynası" sıfatı yakıştırılır. Bazen yazarlar farkında olmadan dönemlerinin siyasi, ekonomik, sosyolojik,ailevi vaziyetinin fotoğrafını kelimelerle çekerler; bir ressamın fırça darbeleriyle renklendirdiği, şekillendirdiği resmi gibi kalemleriyle soyut zihnî resimler çizerler.

Bugün sabah dışarıya daha 3-4 ay önce açılmış Göztepe'deki Yılmaz markete menemen için sivribiber almaya gitmiştim. Yolumun üzerinde ev yemekleri iddiasıyla açılan "Eflatun" isimli yemek evinin tam arkasına yeni açılan yerin varlığı dikkatimi çekti. Orada 4-5 ay önce daha çk tavuk döner satan büfe gibi bir yer vardı. O kapandı. Yerine suni çiçekçi açıldı. O bir ay ancak dayanabildi. Kapandı yerine yine büfe tarzı bir şey açıldı.

Aklıma kemal Sunal, Şener Şen'in filimleri geldi. Eskiden memurlar başta olmak üzere birçok çalışan elinde efer tası işe giderdi.

Özel iş yerleri o zamanlar yemek vermezlerdi çalışanlarına. Devlet hâlâ yemek vermiyor. Günümüzde son yıllarda hiç sefer tası görmez oldum. Anaokullarında bile artık çocuklara yemek, kahvaltı veriliyor.

Yemek verilmese de insanlar okuldaysa kantinden, değilse maddi durumuna göre dışarıda yemek yiyor.

 Hâl böyle olunca her tarafta büfe, restaurant tarzı yerler açılıyor.



   







8 Ocak 2010 Cuma

08-01-2010 Evde bir cuma günü

Sabah erkenden kalktım. Sağ kulağım radyoda gazete köşe yazarlarını dinliyorum. Sol kulağım hem radyoda hem de tuş sesleri ile bilgisayarda yazılı metinler ile beynim arasındaki bağı koruyor.

Bir iki satır tezimden okudum. Gzeteleri okumak istiyorum. İnternete girdim. Şu cümle dikkatimi çekti:

"Habîb-i Ekrem efendimiz, saçlarına düşen aklarla iyice nurlanmış bir ihtiyar, hâlis bir gönülle dua için ellerini açarsa, Cenâb-ı Hakk'ın onun duasına hemen cevap vereceğini ve böyle birinin duasını reddetmekten hayâ edeceğini müjdelemiştir."

İnşallah Rabb'im bizim dularımızı da kabul edeceği Kendisine yönelişte bizlere ihlas ve samimiyetle nasip eyler.

7 Ocak 2010 Perşembe

OCAK


Ocak
Kalk yatağından bak camdan bu mevsimde
Toprağa serilen beyaz örtüye dal
Altın kuşlar uçuşur billur köşklerde
 Kızıl yakuttan hüzmeler birer hayal

07.01.2010 Lodoslu Bir Gün

Kartaldan deniz otobüsünün kalkmasına 30 dakika kala trenden inerek sallana sallana iskeleye geldim. Gelirken rüzgarı kestirebilmek için asılı duran üç bayrağa baktım.

(O üç bayrak ne bayrağıydı. Birden aklıma bu soru geldi yazarken. Birisi Türk bayrağı olsa gerek, emin değilim. Diğeri İDO bayrağı. Ya ötekisi. Bir dahakine dikkat edeyim. Bilemezsem sorup öğreneyim. )

Deniz otobüsüne binmemize yakın o üç bayrağa bir daha baktım. Hiç sallanlıyorlardı. O bayraklar kamera ile çekilerek TV'de gösterilse Orhan Veli Kanık'ın Deniz şiirinden şu iki mısraı hatırlardı muhakkak.

Bir gün deniz ölgündü. Bir oltayla balıkta,
Kuşlar gibi yalnız, yapayalnızdım açıkta.
 
Ancak denize baktığımda biraz dalga vardı, hele kıyıya baktğımızda dalgalar hafiften kayaları dövüyordu.

Deniz otobüsüne bakıyordum. Sanki bağlı ve size saldırmak siteyen azgın bir köpeği andırıyordu. Bağlı olduğu halatlar, sanki dizginliyordu deniz otobüsünü. Karşımda bize doğru koşmak ve iskelede bekleyen yolcuların üzerine atılmak isteyen bir canavar vardı. Ortadaki boşluk ve kenarlardaki keskin kenarlar sivri dişli iki ön ayağı sürekli havada asılı kalan bir köpeği andırıyordu. 

 Hele bir de meteorolojinin bildirdiği 5-7 Ocak günleri fırtına uyarısını hatırlayınca bizi bekleyen dalgaların deniz otobüsünü kucaklayışını hayal ediyordum.

Bu düşüncelerle ido'ya bindim. En arka ve ortaya oturdum. Dalganın daha doğrusu sarsıntının en az hissedildiği yere.

Yolculuk başladı. İlk 1-2 dakika pek bir şey anlayamadık. Ama ondan sonra sanki dalgaların üzerinden aşan bir yunus balığıydık. Üst kattan birkaç kişi aşağıya indi. Görevliler gülerek poşet dağıtmaya başladı. Ben de gülüyordum ama  hafiften kasılmıştım. Denizin ortasına geldiğimizde güney batıdan esen rüzgar artık karadan geçemez olmuştu. Marmara denizinin açıklarından gelen dalgalar rüzgar gelemediği için oralara uaşamaz olmuştu.

Şİmdi odamdayım. Birazdan imtihanlar için soru hazırlayacağım biraz da defter kontrol ederim. Günümü verimli değerlendirmeliyim.

   





6 Ocak 2010 Çarşamba

06.01.2010

Bugün güne erken başladım. Aslında her zaman erken kalkıyorum yatmıorum ama Yalova'ya gitmeyeceksem evden dışarı çıkmıyorum. Benim güne erken başlamaktan kastım sabah erkenden evden çıkmış olmam.

Saat 07:20 civarı Söğütlüçeşme'den Metrobüse bindim. Edirnekapı'da Avcılar yönüne giden mtrobüse bindim. Topkapı'da indim. Topkapıdan minübüse bindim.   Saat 08:25'te Zeytinburnu ilçe emniyet mürlüğünün önündeydim.

İöeriye girdim. Önümde 3 kişi vardı. Bir tanesi biraz çekingen ve uzakta duruyordu.


Orada duranlara sordum. İşlem için herhagi bir numara alıyor muyuz, yoksa Türk usulü mü dedim.

Tabii maalesef Türk usulüymüş. Düzgün bir sıra yok. Memurun bulunduğu yerin orda 1- 1.5 metre genişliğinde raylı cam var. Onun önünde sağdan soldan yanaşarak sıranın (!) gelmesini bekliyorsunuz. Allah'tan o saate kimse yoktu. Benden önceki iki kişi ruhsatlarını almaya gelmişler. Başvuruyı bir hafta önce yapmışlar. Memur her ikisinin de dosyalarını aradı. İşlemleri daha hâllolmamış ki

"Sistem birkaç gündür arızalıydı. 1 saat kadar beklerseniz. İkinizinkini de hâlledelim."

Garip!!!


Sizce de garip değil mi?

Ben dün eşimle saat 15: 15'te orada olduğum için memurun kararıyla saat 15'ten itibaren başvurular alnmadığı için eşim memurun karşısındaimzayı atmıştı. Memur daha sonra kağıda paraf atmıştı. Ancak işlerinin yoğun olduğunu başvurumuzu alamayacağımızı söylemişti.

Ben de kerhen "tamam" demiştim.

Bugün gittim. İnanın. İşim tam 5 dakika sürdü.


Bunca yolu 5 dakikalık bir işlem için yeniden gitmiştim.

Kanunda saat 15'ten sonra başvuru alınmayacak diye bir şey var mı, bilmiyorum. Ama bunca zamana yazık.

5 Ocak 2010 Salı

05.01.2010

2010 yılının beşinci gününe geldik bile. Vakit o kadar çabuk geçiyor ki...

Bugün kendi çapımızda güne yoğun başladık sayılır.

Evde su bitmişti. Hemen su söyledim. Su hâlâ 5.5 tl.

Kombi 3.5 yıldır yapılmayan bakımından dolayı bu sabah bozulmuştu. İnternetten bir servis buldum. Acıbademden gelecekler. Çarşamba gününe randevu verdiler.

Sabah kahvaltıda ev yapımı pizza yedik.

Daha sonra ruhsat değişimi için internet üzerinden araştırma yaptık. Neler yapılması gerektiğini  anlamaya çalıştım.

Şoför cemiyetinden iki tane ek-1 belgesi alınması gerekiyormuş. Birka yeri aradıktan sonra en son galiba Mecidiyeköydeki şoförler odasını aradım. Onlarda her ilçe emniyet müdürlüğünden alabileceğimi söylediler. Ben de yürüyerek Sahrayı Cediddeki Kadıköy İlçe Emniyet müdürlüğüne gittim.

  Kapıdaki görevli polis Bostancı'ya gitmemi söyledi. Şoföler odasından her ilçe emniyet müdürlüğünden alabileceğimi söylediler, dedim.

Yok, onlar bilmez dedi.

Saat 11:15 civarıydı. 2 nolu üsküdar-üstbostancı otobüsü denk geldi. Ona bindim. 11:40 civarı bostancı emniyetteydim. İçeriye girdim. Danışmada kimse yoktu. Ayakta dikilen bir polise sordum. Dışarıya çıkınca sola dön. Orada beyaz kulübe var. Oradan alabilirsin, dedi. Baktım. Orası karakola alakalı değil. Şoförler odasına ait. İETT hareket amirliğine benzer bir yerdi. İki kişi oldukça yoğun daracık yerde hareket etmeye çalııyordu.

Onlardan k-1 belgesi istediğimi söyledim. Bana iki belge verdi. Baktım. İki tane kırmızı mühürlü form. İkisine 1 TL verdim. (Bana hiçbir açıklama yapmadı. Bu da bana daha sonra problem çıkardı.)

Ev geldim. Saat 13:20 civarı evden çıktım. Meryem'le Söğütlüçeşmedeki metrobüste buluştuk. 13:40ta metrobüs bindik. Saat 14: 10 civarı topkapıdaydık. Oradan topkapıdaki tramvaya bindik.

Gündüz Ferhat'ı Zeytinburnu Emniyet müdürlüğü nerede diye sormuştum. O yüzden onun dediği istikamette gidiyorduk.

Tramvayla Mithatapaşa durağında indik. Son duraktan bir önce. Oradan demirciler sitesi içinden geçerek polis karakoluna geldik. Ancak orada bizim  işlemler yapılmıyormuş. Taksiye atladık. Merkez karakola geldik. Zannedersem taksimetre 6. 25 tl yazdı. Oraya geldik. Aceleyle ek-1 formunu doldurduk. Saat 15:15ti. Adını sonradan öğrendiğim polis memuru Yakup Bey. Saat 15'ten sonra başvuru kabul etmediklerini söyledi. Eşimle tâ çıkıp KAdıköy'den geldiğimizi söyledim. Biraz insafa geldi. O zaman kağıtlara eşimin imza atabileceğini başvuruyu benim ertesi gün tekrar gelip yapmam gerektiğini söyledi. Ehh n yapalım kabul ettik. Tam belgeleri verdik. Bir baktı. Ek-1 formu elle doldurulmayacak dedi. Ya daktilo ile ya da bilgisyardan çıktı ile dedi. Az önce dışarya fotokopi çektirmeye gitmiştim. Orada ek-1 belgesi 10tlye yazılır diyordu. İÇimden kim verir bu parayı buraya demiştim. O geldi aklıma hemen aşağıya indim. 10 TLyi verip çıktım:)))))


Hemen işlemleri tamamladım. Yani daha doğrusu MEryem memurun karşısında imza attı. Yarın sabah erkenden gideceğim. Daha yazılacak çok şey var. Ancak 1hafta sonra satışı yapılacak arabanın ruhsatı neden değiştirtiyorlar. Anlamadım. İnsanlara işkenceden başka bir şey değil.

4 Ocak 2010 Pazartesi

04.01.2010

  Bugün arabayı satacaktık ama satamadık. Neden? Çünkü her zamanki gibi Türkiye'de komik hukuki düzenlemeler yapılıyor.

  Ruhsat eşimin ilk soy isminde olduğu için evlilik cüzdanı olması rağmen yenilenmesi gerekiyormuş. Yazık. .... 45 tl verip ruhsatı yeniledikten sonra satacağız iki gün sonra arabayı satın alan şahıs bir daha ruhsatı kendi üzerine almak için değiştirecek.

    İşin bir başka garip tarafı ruhsat zeytinburnundan alındığı için yenileme adresi de Zeytinburnu trafik şube müdürlüğü...Tâ Kadıköy'den çık Zeytinburnu'na gittik.

     Bu iş için muameleciyi aradım.

     150 tl para istiyor.

     45 tl yenileme ücreti

      15 tl maliye için para

      30 tl kadar notere vekalet parası .


      Yaklaşık 230 TLya mâl olacak bize.

       Ben de inşallah yarın kendim gidip hâlletmek istiyorum.

        Yazdığım günlüklere bakıyorum da çok sıradan cümleler kuruyorum.

        Bugün gazetelerin okunduğu sabah programında Harun Tokak'ın yazısı çok hoşuma gitti. Şimdi gazeteden bir bakıp bazı cümleleri yazayım.

"Gurbet mi soğuktur yoksa anasından gelip duran sıcaklık mı kesilmiştir?"


"Veda vakti geldiğinde, akraba konu komşu toplanır.
Yanaklarından süzülen yaşları beyaz yaşmağının ucuyla silip duran anasından ayrılmak hiç de kolay olmaz, Ahmet için."

 Tırnak içindeki son örnek üzerinde durmak istiyorum. Annesinin çok üzgündü, ağlıyordu. Yüreği yanıyordu gibi ifadeler yerine yazar göstererek bize annenin hâlet-i ruhiyesini anlatıyor.

1 Ocak 2010 Cuma

Yeni Yılın İlk Günü

Yeni bir yıla daha girdik. Daha dün gibiydi milenyum kutlamaları. Ne de çabuk geçti 10 yıl.

Sabah erkenden kalktım. Tezime çalıştım. İlk 20 satırı bitirdikten sonra kahvaltı yaptık.

Öğleden sonra gezmek için yola doğru çıktık.

Anadolu Hisarı'na doğru yola çıktık. Oraya vardığımızda arabayı hemencecik park edecek yer bulamadık. Kanlıcaya doğru yola koyulduk. Sonra oradan geri döndük. Kanlıca'da arabayı park edecek yer bulduk. Deniz kıyısında yeşillik bir alanda banklarda oturup biraz yürüyecektik. Bir de baktık ki orada hoş bir çay bahçesi var. Denize sıfır. Hem de OBA'ya benziyordu. İsmi Alperenler aile çay bahçesi.  Adı her ne kadar çay bahçesi olsa da daha çok deniz kıyısında bir kafe gibiydi.

Bir menemen, bir patates kızartması ve iki küçük çay sipariş verdik. Onları bir güzel yedik. Daha sonra yarım saat kadar daha oturduk. Daha sonra 14 TL geen hesabı ödedik.

Yürüyerek Çengölköy'e doğru yürümeye başladık. Ancak Çengelköy'e kadar varmadan geri döndük. Herhalde toplam 1 saat kadar yürümüşüzdür. Yolda bol bol fotoğraf çekildik.

Saat 16:45'te evdeydik. Akşm yemeğimizi yedik. BArbunya, az tavuk etli pilv ve turşu yedik. Turşuyu bitirdiğimiz için ikişer bardak turşu suyu içtik.

Şİmdi hem tezi yazıyorum. Hem de bugün yazmadığım aklıma geldi ve bir şeyler yazmak için burayı açtım.

Dün Hasan Ahmet arkadaşımı aradım. Çocuğu çok hastaymış. Dua istedi. Allah şifa versin.

Ofsayt Kuralı kalkarsa

01.01.2010

 Dün Yalova'ya giderken her zamanki gibi cep telefonumun çektiği yere kadar radyo dinliyordum. (Cep telefonunun radyosu genelde Maltepe'ye kadar çekiyor.) Futbolda ofsayt kuralı kalkmalı mı, kalkmamalı mı diye bir tartışma vardı. Bu konuda Reijkard gibi bazı futbl adamlarının bu kuralın anlamsız olduğu ve kalkması yönünde görüş bildirdiklerinden bahsediliyordu.

Futbolda ofsayt kuralı olmasa ne olur, sorusunu kendime sormak istiyorum. Hem yazmış hem de zihin cimnastiği yapmış olurum. Her zamanki gibi maddeler halinde yazmak en güzeli.

1. Zayıf takımlar, muhtemelen en az 2 hatta 4 tane çakılı adamı, en çok kendi yarı alanının ortalarına kadar çıkartırlar.

2. Kontraatak futbolcular çok daha önemli hâle gelir.

3. Defans oyuncularında sürat forvetler kadar önemli hâle gelir.

4. Orta sahanın ilerisinden ve ceza alanının yan taraflarından yapılacak serbest vuruşlarda hücum takımından en az bir oyuncu kalecinin önüne geçerek ileriye çıkmasını engeller. Bu sırada da top altıpas ile penaltı noktasının oralara atılır. Rahat çıkamayan kalecinin gol yeme ihtimali artar.

5. Oyun esnasında alan daraltma işi zorlaşır. Çünkü hücuma takım hâlinde çıkış mümkün olmaz. Takım hâlinde hücum, risk alma durumları hariç, imkânsız hâle gelir. Çakılı oyncular hariç diğer oyuncular daha geniş alanda oynamak zorunda kalır. Gordon Milne'nin oynattığı BJK maçlarını tekrar seyretmek gerekir.

6. Ofsayt dolayısıyla hakem hataları aza iner.

7. Yan hakemlerin görev yükü çok azalır.

8. Uzun toplar önemli hâle gelir. Orta saha futbolu biter.

9. Bir uzun boylu defans oyuncusu ile, çok hızlı bir dafans oyuncusu defansta gerekir.

10. Kornerlerde topu uzaklaştırmaya çalışan takım oyuncuları hızla takım hâlinde hücuma çıkamaz. Top kaptırma ihtimali olduğu için arkaya top atılır diye çıkamazlar.


Bu konu ile alâkalı yazacaklarım şimdilik bu kadar.