26 Eylül 2010 Pazar

YALITIMA DAİR

Yarın yağmur yağmazsa çatı tadilatımıza başlanacak. İnşallah yüzümüzün akıyla bu meseleyi hallederiz. Yaklaşık 3-4 aydır çatı ile ilgileniyorum. Çatı işi hem masraflı hem de ne yaptıracağına karar vermesi oldukça güç.

Ustalar  farklı tekniklerden bahsederken, inşaat malzemeleri satanlar da daha çok kendi ürünlerini övüyorlar.

Yalnız bu süre zarfında öğrendiğim ve doğruluğu kesin bir bilgi var ki o da tavan arası, ısı yalıtımında kullanılan cam yünlerinin insan sağlığına çok zararlı olması.

Almanya'da, cam yününün kullanılması yaklaşık 20 yıldır yasakmış. Hem kanserojen madde içeriyormuş hem de hava geçirgenliği söz konusu değilmiş.

Siz siz olun sakın cam yünü kullanmayın. Taş yünü kullanın. Biraz pahalı ama sağlıktan önemli değil.

Not: Yukarıdaki yazıyı 26 Ekim 2010'da yazmışım. Neredeyse üzerinden bir yıl geçmiş ve tekrar okudum az önce. Ben bu süre zarfında çatıya cam yünü yaptırdım, size tavsiye etmememe rağmen kendim kullandım.  Bu arada ustalar çok para istiyorlar. İstanbul piyasasında ne tuttururlarsa. Benden cam yününü sadece döşemek için 1000-1500 TL'ye yakın para isteyenler oldu. Ben 150 TL'ye hallettim. Aman dikkatli olun.   

25 Eylül 2010 Cumartesi

YAZMAYA DAİR

GÖRMEYİ ÖĞRENMİŞ GÖZLER

Neredeyse ununu eleyip eleğini asmış bu iki ustanın hafızasına, heyecanına ve elbette sahip oldukları koleksiyonlara hayranlık duymamak, ne hayranlığı, onları çıldırasıya kıskanmamak elde değil. Her şey bir yana, sayfalar çevrildikçe, talihli bir define arayıcısı gibi kazmayı her sallayışta avuç avuç altın çıkarmak, insanı hakikaten bahtiyar kılıyor. İhtiyar kurtlar, `İlle de bize ulaşmayı isteyen kitaplar` adlı bölümde, bir kitapçı dükkânında yahut sahafta `eğitimli bir göz`ün nasıl ödüllendirilebileceğini konuşurlarken, Carriere, Fransa`da Ulusal Arşiv`in müdiresinin yaşadığı bir olayı naklediyor: Müdire bir gün işe gelirken, arşivdeki hurda evrakı alıp götüren kamyonlardan biriyle karşılaşır. Kamyon çıksın diye kenara çekilir ve tam o sırada büyük bir balyadan taşan sarımtırak bir kâğıt parçası görür. Kamyonu derhal durdurup halatı çözdürür, balyayı açtırır ki bir de ne görsün! Moliere`in henüz taşrada çalıştığı zamanlara ait L`Illustre-Theâtre de Moliere`in bilinen nadir afişlerinden biri... Nasıl bir histir bu? His filan değil, diyor Carriere, `görmeyi öğrenmiş, sırf bunun için bekleyen bir göz`ün marifeti...

Umberto Eco sazı alıp diyor ki, `Gerçekten de bir koleksiyoncu, şu sözünü ettiğiniz eğitimli göze sahip olmalı.` Eco`nun o göze sahip olduğundan nasıl şüphe duyabiliriz? Bir tarihte Granada`da Elhamra Sarayı`nı ve görmesi gereken başka şeyleri gördükten sonra bir dostu onu eski kitaplar satan bir kitapçıya götürür. Kitapçıda pek alışılmadık bir dağınıklık hüküm sürüyordur. Hiç ilgisini çekmeyen bir kitap yığınını öylesine karıştırıp dururken gözü birden İspanyolca iki mnemoteknik kitabına mıhlanıverir! Birini satın alır, ötekini kitapçı ona hediye eder. Hazret, insanı hasedinden çatlatmaya kararlıdır: `Diyeceksiniz ki bu büyük bir şans, belki kitapçıda başka hazineler de vardı. Olmadığına eminim. Sizi dosdoğru avınıza götüren, köpeklere özgü koku alma duyusu gibi bir şey bu.` Demek ki neymiş? Bazı kitaplar, bazı raflarda yahut yığınlar arasında sizi beklermiş! `Bir an gelir ve o kitaba yönelirsiniz.` Elbette görmeyi öğrenmiş gözleriniz varsa...
Geçen pazar, öğleden sonra, biraz yorgunluk biraz da aceleyle Taksim Gezi Parkı`ndaki sahaf dükkânlarını, zihnimde Eco ile Carriere`nin bu yakıcı hikâyelerini evirip çevirerek dolaştım. O kutsal zaman gelmiş miydi? Hangi raflarda hangi iyi kitaplar beni beklemekteydi? İtiraf edeyim, öyle bir karşılaşma yaşanmadı. Benimki, bir kitapseverin asla yapmaması gereken dokuz kusurlu hareketten biriydi. Siz siz olun, yorgunsanız ve aceleniz varsa, bir kitapçıya hele sahaf dükkânına asla adım atmayın. Taksim Gezi Parkı tam bir sahaf cennetiydi! On binlerce kitap gözlerini dikmiş bekleşiyordu... O daracık zamanda, benim payıma sadece Türk Dili dergisinin 1961 tarihli `Deneme Özel Sayısı` düştü. Buna da şükredip ayrıldım.

Şimdi burnuna belli belirsiz, eskimiş kitap kokuları gelen sevgili okur, kendini orada, o meydanda, o sahaf senin, bu sahaf benim, dolanır ve aranırken düşündüğünü biliyorum. Bunun hayali bile insanı mutlu etmeye yeter. Bahtiyar ol! Ustamız Alberto Manguel der ki, `Her okur, belli bir kitaba bir miktar ölümsüzlük getirmek için vardır.` Bir gün `görmeyi öğrenmiş bir göz`e sahip olduğunda, onu bulacaksın, emin ol. O derbeder yığınlar arasında bekleşen kitaplardan biri, eğer bu dünyadan henüz nasibi kesilmemişse, mutlaka senin eline geçecektir. Öyleyse git ve aramaya başla!

Sahaf dükkânlarında dolaşmanın bir okura vereceği sayısız ders vardır; ama en büyük ders galiba yazarlaradır. Toz ve küf tutmuş on binlerce kitap, kimi üç beş liraya, yok pahasına... Modası geçmiş, elden düşmüş, ışığı çoktan sönmüş... Onların arasına bir tane daha eklemek ister misin? Bir tarafta da rafların `nadir eserler` kısmına sarılıp sarmalanıp konmuş ve yüksekçe bir değer biçilmiş olanlar... Hele ki dakika başı sorulup da bulunamayanlar! Onlardan biri olmayacaksa, yeni bir kitap daha dünyaya getirmenin ne anlamı var? Bir yazar için sahaf gezmenin işte böyle yakıcı bir yan tesiri vardır.
Ben dersimi aldım, darısı senin başına...

ALİ ÇOLAK

17 Eylül 2010 Cuma

NOKİA 2730

Yaklaşık bir ay önce nokia 2730 aldım. Telefon hakkında ilk görüşlerimi kısaca yazmak istiyorum. Görüşlerimi beğendiğim ve beğenmediğim hususlar şeklinde yazacağım. Bunu da yaparken önceki telefonun samsung L760'a göre yapacağım. Çünkü ancak iki telefon hakkında bilgi sahibim.




Nokia 2730 Telefonda beğendiğim hususlar:

  • Sağlam
  • Estetik
  • Büyük ekran
  • Telefonu içinde bulunduğumuz ortamlara göre sessize, dış ortama vb. farklı "alınan telefon çağrısı" durumlarına ayarlarız. Sonra unuturuz. Telefon sessize alınmışsa akşama   kadar sessizde kalabilir. Nokia 2730'un bir özelliği de sessize almak istediğinizde isterseniz süresini "zamanla" seçeneğinden ayarlayabiliyorsunuz.
  • Telefonun ortasındaki büyük kare şeklindeki menü tuşuna kolaylıkla istediğiniz en çok kullanacağınız 4 özelliği atayabiliyorsunuz. Mesela ben onun soluna basınca radyoya ulaşıyorum.Üstüne basınca alınan çağrı için ses seviyesini belirleyebiliyorum ...vb.
  • Kulaklık takma yeri üstte. Kılıfa koysanız bile rahatlıkla kullanabiliyorsunuz. Samsungda kılıfa koyduğumda kulaklık girişi yanda olduğu için kılıfla beraber işlevsel olarak kullanamıyordum. 
  • Radyosu Samsung L760'a göre daha iyi çekiyor. Ancak sesleri yüksek değil her ikisinin de...

 Nokia 2730 Telefonda beğenmediğim hususlar:
  • Alarm sadece bir çeşit var. Samsungda ise şöyle : Mesela sabah düzenli olarak aynı saatte kalkıyorsunuz. Orada sabit bir alarm ayarlamanız oluyor. İstedğiniz günlerde çalıyor.  O ayar hep sabit kalıyor. Gün içinde başka bir zaman diliminde ayarlama yapmak istediğnizde 2. veya 3. gibi seçenekleri kullanarak ilk sabit ayarlamaya dokunmak zorunda kalmıyorsunuz. Ancak nokia 2730 sadece bir alarm ayarlamasına müsait.  Gün içinde ikinci, üçüncü ayarlama yapmak isterseniz her seferinde yeniden ayarlamanız gerekiyor. Eğer gün içinde bir ayarlama yaptıysanız gece yatarken sabah kalkmak için ayarlama yapmayı unutursanız yandınız.
  • Hoparlerü telefonun (ekranın öbür tarafı yani) arkasında dolayısıyla masaya ekran üstte gelecek şekilde koyduğunuzda telefon sesi normal olarak çok çıkmıyor. O yüzden ekranı alta gelecek şekilde koymak zorunda kaldığım çok oluyor.

HİTAP ÖRNEKLERİ

Şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü velî-ni‘metim efendim

Der-i devlet-mekîne arz-ı dâi‘-i kemîneleridir ki

Hâk-pâ-yi hâcet-revâ-yı merâhim-bahşâ-yı velini‘mânelerine arzuhal-i
kullarıdır ki

Devletlü inâyetlü âtıfetlü re’fetlü veliyyü’n-niam kesîrü’l-kerem efendim
sultânım hazretleri